15 Ekim 2012 Pazartesi

cuma

cuma günleri
bulutlar kaplar
yorgun şehrin
camdan kulelerini.
görünmez olur,
metal kuşlara yol gösteren
parlak kırmızı gözleri.
bulutlar,
beyaz elbiselerin
ümitsiz hayallerinden doğan
ve asit yağmurlarıyla dökülen
yeryüzüne
pazartesi sabahlarının o
puslu sıkıntısında.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

the tree of life

2011 yapımı bu filmi daha yeni izlediğim için öncelikle kendimi ayıplayarak girmem lazım lafa. geçen hafta tatilde izledik sevdicekle beraber. izlediğim zaman da bu kadar geç kaldığım için çok hayıflandım açıkçası.

sinemanın tüketim nesnesi olmayıp, gerçek anlamda 7. sanat tanımının hakkını veren örneklerine son yıllarda rastlamanın oldukça güç olduğunu düşünüyorum. sırf film çekmiş olmak için çekilen yönetmen abuklamaları/hezeyanları ile doldu ortalık maalesef. işte bu atmosferde bu film çölde bir vaha gibi adeta.

filmden bahsetmek ise oldukça güç. "konusu nedir acaba?" diye soran olursa insan varoluşu diyebilirim. bütün şeyler gibi insanlar da doğar, büyür ve ölürler. malick bize bir ailenin öyküsü ile dünyanın varoluşu öyküsünü bir paralellik içinde ve olabilecek en şiirsel biçimiyle anlatıyor. şahsi kanaatim bunu son derece güzel bir şekilde başardığı yönünde.

filmin başka bir güzelliği de baştan aşağı metaforlarla, göndermelerle dolu olması. her sahnenin, her sözcüğün, her görüntü parçasının derin anlamları ve gerçekten oldukça derinlikli, düşündürücü göndermeleri var. buna rağmen böylesine derinlikli bir filmin imdb puanının bu kadar düşük olması beni çok şaşırttı. şiir sevmek herkesin harcı değil demek ki.

ama sırf brad pitt tarafından hayat verilen olağanüstü baba karakteri için (hayatta kaybetmiş, otoriter, bütün hayatını ve  sevgisini çocuklarına adamış bir adam) veya bütün film boyunca tek kelime etmeden sadece gözleriyle oynayıp o meleksi, saf, çocuksu, kırılgan  (ve belki de biraz masalsı) ama aynı zamanda cefakar anne rolünde harikalar yaratan jessica chastain için izlenebilir. izlenmeli.

kişisel sinematografime ise solaris ile birlikte "şiir gibi film" lafının hakkını veren ikinci film olarak adını altın harflerle yazdırdı.

ben iki lafı bir araya getiremediğim için filmin ne menem bir şey olduğu pek anlaşılamadı, farkındayım. o yüzden buyrunuz trailer'ına:


25 Mayıs 2012 Cuma

mitoz

kısa sürdü saltanatı
tek hücrenin
bölündük
çoğaldık.
ellerimiz oldu
ve gözlerimiz
ve susmak bilmeyen koca ağızlarımız.
büyüdük sonra
çok bilinmeyenli denklemlerden
az bilinmeyenlilere
terfi ettik.
öğrendik ki büyümek
havuz problemlerini gözü kapalı
çözmek demekmiş.
o yüzden "neden böylesin?" diyenlere
cevabım hazır:
"ben matematikten hep sınıfta kaldım."

21 Mayıs 2012 Pazartesi

yapboz.

rüzgarlar minik pamuk parçaları taşır
ve yağmurlar
çöl kumlarını
serpelerken üzerimize
dururduk bir kırmızı çatının altında
sen ve ben
ben ve sen
o çatı ki tek kalkanımızdı
geçmişten gelip
simsiyah gökyüzünde asılı duran
ölü galaksilere karşı

küçüktü
ecişti
bücüştü
kahverengi rüzgarlar yıkardı
inatla yeniden yapardık
beraber
ve her seferinde kıpkırmızı
ellerimizin
soluğumuzun
aşkımızın
kırmızısı.